Serdar Turgut’a Kayoko İSOBE cevap verdi…

9 Kasım tarihinde Akşam Gazetesi’nde yayınlanan Serdar Turgut’un “Sapıklığın Doktorasını Yapıyorum” yazısına Kayoko İsobe, Yeni Harman aracılığıyla cevap verdi. Ama gelin Serdar Turgut ne demişti, bunu bir hatırlayalım;

 

Çocuklara ve bebeklere cinsel taciz patlaması yaşanılan bu ülkede yaşamakta olan o tür kişilerin hayvan ve insan dışında bir başka tür olarak tanımlanması gerektiğini yazıp duruyorum. İnsan olmadıkları kesin, -bunu açıklamak gerekmiyordur umarım- ancak hayvan da değil. Örneğin; sokaklarda yavru köpek arkasında koşturan köpeğe rastlanmaz. Tüm hayvanlar aleminde durum böyledir. Bu yeni Türk tipi. Başka bir tür buna ne ad verileceğini bilim adamları tayin edecek. (İsim verirken dikkat edin de bitki türü olmasın. Bitkiye hakaret etmeyin)Ben bir süredir bebeğe ve çocuğa cinsel tacizde bulunan türün sapık olarak da tanımlanamayacağını yazıp duruyorum. Çünkü ben ‘normal sapıklık’ diye bir kavramın da olabileceğini düşünüyorum. Kabul ediyorum; normal sapıklık bir oximorondur ve ilk başta çelişki içeren bir kavram olarak görülebilir. Normal sapıklık olarak tanımladığım şeyi açıklamak için bilimsel çalıştım. (Araştırmacı gazetecilik huyum kurusun…) En güzel örneği tahmin ettiğim gibi Japonya’dan buldum. Seks insan beyninin kara deliği olabilir. Gizli kalan istekler, baskı altında kalan arzular, bazen insanı tamamen teslim alabilir. Japonya hemen her türlü seks fantezisinin serbestçe yaşanılmasına imkan veren bir örgütlenmeye sahiptir. Bu noktada Japonya’da seks suçu, tecavüz gibi kavramlar neredeyse sıfır düzeyinde. İşte bu nedenle insanların baskı altındaki dürtülerine çıkış imkanı veren toplumlar ile bu tür çıkışları sağlamayan, aksine çıkış yollarını kapayan Türkiye gibi ülkelerin karşılaştırılması sonucunda bebeğe ve çocuğa cinsel taciz iğrençliğinin nasıl olabildiği sorusuna cevap bulabileceğimizi düşünüyorum.Japonya, benim ‘normal sapık’ diye tanımladığım kavramı en iyi anlayıp, bunu yaşamına uyarlamış bir toplumdur. Bugün köşede gördüğünüz resmi ben Japonya’nın seks kulüplerinin anlatıldığı ‘Pink Box’ adlı kitaptan aldım. (Araştırmamın bilimsel olması için neler çektiğimi, neler okumak zorunda kaldığımı görüp, umarım beni takdir edersiniz…) İki kadının durduğu tren gerçek bir tren değil. Aslında bu bir seks kulübünün içindeki dekorasyon. Sadece tren yapmakla kalmamışlar, ona hareket ediyormuş hissi veriyorlarmış. İçinde istasyon anonsları bile varmış. Kulübün müşterileri trene gruplar halinde binip, fortçuluk fantezilerini trendeki iki profesyonel seks işçisi üzerinde gerçekleştiriyorlamış. İşte bu sapıklıktır ama normal bir sapıklıktır. Bunun kimseye bir zararı yoktur. Seks oyunu sınırında kalıp biter ama açıkçası sapıklıktır. Japonlar bu tür konularda son derece gerçekçidir ve bu trene ‘Sapık Treni’ adını vermişler. (Chikan Densha)Her gün Tokyo’ya 12 milyon kişi banliyölerden trenle geliyormuş. O trenlerde aklına fortçuluk gelen çok sayıda erkeğin olduğu kesin. İşte o insanlara fantezisini yaşamak ve beynin karanlık noktalarını açmak imkanı veriliyor. Böylece Japonya’da tıklım tıklım dolu olan trenlerde fortçuluk olayı yaşanmıyor, herkes birbirine saygılı davranıyor. Türkiye’de baskı altına alınmaya çalışılan duygular bir türlü normal kanalına akıtılamıyor. Çocuklara ve bebeklere cinsel taciz, kadınlara saldırı ve tecavüz olaylarında patlama yaşanıyor. Türkiye çocuğa karşı suç işleyenlerin acilen hadım edilmesinden sonra porno dükkanlarının açılmasına izin vererek, yaşı tutan insanların kendi normal sapıklıklarını keşfetmelerine imkan tanınmalıdır.

Bir doktora öğrencisi olarak: SERDAR TURGUT ve Sapık treni ya da hayalindeki Japonya

Kayoko İSOBE – YENİ HARMAN

9 Kasım tarihinde Akşam Gazetesi’nde yayınlanan Serdar Turgut’un “Sapıklığın Doktorasını Yapıyorum” yazısını okuyunca bir feminist olmaktan ziyade bir Japon olarak birkaç söz söylemek istedim. Bu yazıyı okumadan birkaç saat önce Japonya’nın çeşitli kentlerinde düzenlenen Dünya Bayanlar Voleybol Şanpiyonası’ndaki Türkiye-Japonya maçını heyecanla izliyordum. Hem yeteneği ve gücü hem de güzelliği ile bizi hayran eden Türkiye Milli Takımı, ev sahibi Japonya Milli Takımı önünde boyun eğmek zorunda kalsa da sunduğu başarılı performans ile beni bile gururlandırdı. Ortadoğu-İslam ülkeleri kategorisine sıkıştırılmış Türk kadınların imajının, İranlı kadınların imajı ile aynı olduğuna inatla inananların bulunduğu bu toplumda böyle aktif, yetenekli ve güçlü rakip olarak karşımıza çıkan kadınların var oluşu; tek tip imaj zorlamasını bozmakta.  Aslında buraya kadar yazdıklarımın bugünkü konuma doğrudan alakası yok. Ancak maçın heyecanından sonra rastladığım Serdar Turgut’un yazısının moralimi bozduğunu dile getirmek istedim. Vücut yapısı olarak Japon voleybolcuların asla yapamayacağı Neslihan’ın güçlü vuruşlarına hayran kaldım ama Serdar Turgut’un buluşu moralimi bozdu. Neslihan Demir Darnel, kendi vücut yapısına ve yeteneğine tam uygun yolunu seçmişken ne yazık ki Serdar Turgut yanlış yola sapmışa benziyor. İnsanlar bilmediği tanımadığı diyarlar üzerine hayallar kurar. 19. yüzyılda Fransız ressam J.A. Dominique Ingres, Osmanlı hareminin resmini hayal ederek çizmişti. Günümüzde Türkiye’nin bir gazetecisi “normal sapıklık” üzerine araştırma yaparken Japonya’daki seks dükkanlarını araştırma gereği duyarak, yazısına kitaptan alınma kısa etek giymiş, erkeklerin arzusuna kendilerini sunmuş iki küçük kızın (sübyan) resmini koyuyor. Gelelim şimdi yazısının içeriğine. Serdar Turgut, ilk satırlarda diyor ki; “Çocuklar ve bebeklere cinsel taciz yapanların insan olmadığını ve insan yerine koymak istemediğini” yazıp açıklamaya gerek duymadığını dile getiriyor. “İnsandışı” diye adlandırılan tavırlar, “biz insanlar”a yakışmayan tavır anlamına, daha doğrusu umuduna dayanarak söylenir. Hayvan dünyasında tecavüz olayı yaşanmadığı biliniyor, tecavüz ancak insanoğlunun işlediği büyük bir suçtur ve insan haklarına aykırı davranıştır. Burada fazla “normal sapıklık” kavramı üzerinde kendimi meşgul etmek istemiyorum. Sapıklar insandır, dolaysıyla insana uygulanan cezaları uygulanması gerekir. ‘Pink Box’ adlı kitabı kimin hazırladığını bilmiyorum ama yanlışlıkla dolu bir kitap olmalı. Çünkü bu kitaptan esinlenen Serdar Turgut’un yazısında ummadığım yanlışlar bulduğuma göre “Pink Box” kitabının güvenilmez bir kaynak olduğu konusundaki kuşkularım da doğrudur. “Normal sapıklık” tanımının en güzel örneğini “hemen her türlü seks fantezisinin serbestçe yaşanılmasına imkan veren” Japonya’dan bulabileceğine inanan Serdar Turgut’a göre Japonya’da “seks suçu, tecavüz” gibi kavramlar neredeyse sıfır düzeyindeymiş. Bunu okuyup “Ulan namussuz Japonlar” dememek imkansız. Bu tür kavramların çok zayıf ve yeterli olmadığı bir gerçek olsa da böyle bir gerçeği değiştirmek için çabalayan onca insan var. Bu tür kavramların zayıflığını eğer Japonya’da yaşayan biri; eleştiri ya da yaşadığı gerçeği değiştirmek amacıyla mücadele sürecinde dile getirmiş olsa, ona katılırım. Kimin, hangi pozisyondan, ne amaçla dile getirdiğine göre kelimelerin anlamı hemen her an değişebilir. O yüzden Serdar Turgut’un bu ifadesini bir çeşit hakaret olarak algılıyorum. Çünkü Serdar Turgut’un ilgi odağı; bizim her gün vermek zorunda kaldığımız yaşam mücadelesi değil, (tahminimde erkeklerin) “normal sapıklığı”n kendi toplumunda kabul edilmesi. Biraz uzun olacak ama Serdar Turgut’un yazısının bir kısmını aynen buraya aktarıyorum; “Bugün köşede gördüğünüz resmi ben Japonya’nın seks kulüplerinin anlatıldığı ‘Pink Box’  adlı kitaptan aldım. (Araştırmamın bilimsel olması için neler çektiğimi, neler okumak zorunda kaldığımı görüp, umarım beni takdir edersiniz…) İki kadının durduğu tren gerçek bir tren değil. Aslında bu bir seks kulübünün içindeki dekorasyon.  Sadece tren yapmakla kalmamışlar, ona hareket ediyormuş hissi veriyorlarmış. İçinde istasyon anonsları bile varmış. Kulübün müşterileri trene gruplar halinde binip, fortçuluk fantezilerini trendeki iki profesyonel seks işçisi üzerinde gerçekleştiriyorlamış. İşte bu sapıklıktır ama normal bir sapıklıktır. Bunun kimseye bir zararı yoktur. Seks oyunu sınırında kalıp biter ama açıkçası sapıklıktır. Japonlar bu tür konularda son derece gerçekçidir ve bu trene ‘Sapık Treni’ adını vermişler. (Chikan Densha) Her gün Tokyo’ya 12 milyon kişi banliyölerden trenle geliyormuş. O trenlerde aklına fortçuluk gelen çok sayıda erkeğin olduğu kesin. İşte o insanlara fantezisini yaşamak ve beynin karanlık noktalarını açmak imkanı veriliyor. Böylece Japonya’da tıklım tıklım dolu olan trenlerde fortçuluk olayı yaşanmıyor, herkes birbirine saygılı davranıyor.” İtiraf etmeliyim ki “fortçuluk” sözcüğü ile ilk defa karşılaştım, o yüzden bu kelime kullanıldığında nasıl bir imaj uyandıracağını bilemediğim için bu konuda herhangi bir eleştiri yapamıyorum. Ciddi bir kavram mıdır, yoksa şakayla karışık bir şekilde kullanılan kelime midir; bilemiyorum. Kavramların toplumdaki imaj çok önemlidir. “Cinsel taciz” terimi kullanılmadan önce böyle bir duruma ad verilmediği için tacizlere maruz kalanlar sadece dişini sıkıp dayanmak zorundaydı, ama “cinsel taciz” kavramı yaygınlaştıkça buna gerek kalmadı. Ancak hemen ardından kısaltma hastası Japonlar, bu terime “sek-hara” (Japonca’da da İngilizce ‘Sexual harassment’ terimi geçerlidir) demeye başlayınca maalesef gerçeğini yansıtmamaya başladı. Kısaltılan “sek-hara” terimi, terimin içeriğe ihanet etmesi nedeniyle şaka ile karışık bir şekilde telaffuz ediliyor. Bu gerçeğe bakılırsa “fortçuluk” sözcüğünün Türkçe kullanıcıların beynine nasıl işlediğini neden merak ettiğimi açıklamış oluyorum sanırım. Türkçe bilen bazı arkadaşlarıma yazıyı okutturduğumda “Japonya’da tıklım tıklım dolu trenlerde herkes birbirine saygılı davranıyor” kısımına bir şaşırdı; “Biz öyle bir şey görmedik ki, bir yabancı gazeteci böyle emin tavırla nasıl olmayan bir şeyin hayalinden söz edebilir” dercesine gözüme baktılar. Keşke gerçekten Serdar Turgut’un dediği gibi olsa… Tokyo’nun trenlerinde ve metrolarında “haremlik vagonu”na alışmaya başladığımız dönemdeyiz. Bu uygulamanın en büyük sebebi ise tahmin ettiğiniz gibi trenlerde yaşanan sapıklık olaylarının (cinsel suç desek daha gerçeğe uyuyor bence) arkası kesilmediği içindir. Tıklım tıklım dolu trenlerde her sabah akşam ya okula ya da işe gitmek zorunda kalan kadınlar “her an sapıkların eli uzanabilir” korkusuyla dakikalarını, saatlerini yaşarken, trendeki erkekler ise “bu bir sapık!” denir korkusuyla tavandan sarkan tutamağı iki eliyle birden tutup masumluğunu kanıtlamak zorunda. Buna gerginlik denir, saygı denmez. Sadece elleriyle dokunmakla sınırlı değil sapıkların yaptıkları… Ekonomi analisti sıfatıyla televizyon ekranında ünlenmiş genç bir üniversite profesörü, el aynasıyla genç kızların eteğin içini bakmaya çalıştı. (Polis tarafından yakalanıp dava açıldı. Hatta iki kez yakandı. Her seferinde kendini aklamaya çalıştı.) Şimdi de kameralı cep telefonlarının tehdit altındayız. Sapık Treni’nde kendi fantezisini ve arzusunu doyuranların, gerçek trende de sapıklık yapma ihtimali çok yüksek. Dükkanda hayalini gerçekleştirenin gerçek hayatında sapıklık yaparak suç işleyip işlemediği açıkçası beni ilgilendirmiyor. Fantezisini dükkanda doyuran da var, gerçek trenlerde doyuran da var… Bu Tokyo’da bir gerçek. Tokyo’da sapıkların kurban olmayan, en azından tanık olmayan kadını bulmak çok zor olmalı. Ne kadar çeşitli arzuyu doyuran dükkanlar bulunsa da Emniyet Müdürlüğü’nün açıkladığı rakamlar acı gerçeği gün yüzüne çıkarıyor. Haremlik vagon uygulamasına rağmen 2004 yılının kayıtlarına göre, Tokyo’nun tren ve metrolarında sekiz yıl öncesine göre üç kat daha fazla sapıklık olayı yaşanmış. Biliyorsunuz; bunlar gerçeğin bir parçası. Sesini çıkaramayan, bu yüzden resmi kayıtlara geçmeyen binlerce kadın da vardır. Tüm istasyonlarda kadınların vücuduna dokunmanın bir suç olduğunu hatırlatan afiş bulabilirsiniz, hatta tren içinde de bu tür hareketlerin suç olduğu anons ediliyor. Serdar Turgut ne yazık ki kendi ilgi alanında araştırma yaparken yanlış kitabı ele almış. Benim yazdıklarım Serdar Turgut’un Japonya fantezisi olabilir mi? Serdar Turgut,  “normal sapıklık”ın kabul edilmesiyle sapıkların suç işlemesini önleyebileceğini mi sanıyor? Eğer ciddiyetle bu konuya kendini veriyorsa; sapıkların arzusunu doyurmaya bakmaktansa sapıkların arzusunu doyurmak uğruna kurban durumuna düşenlerin sesine kulak verse daha verimli olmaz mı? Çocuklar, bayanlar, özürlüler ve tabii ki erkekler yani tüm halk cinsellik dahil kimliğimizi tehlikeden uzak, emniyet içinde ve korku hissetmeden yaşayabilirsek, sokaklarda korkusuzca dolaşabilirsek, trene binebilirsek, günlük yaşamımızı insanca sürdürebilirsek harika olmaz mı? Belki bu da benim fantezim olmalı…

Yorum bırakın